ABD ne yapmaya çalışıyor ? Sınırımızda YPG bir ordu mu kurdu? İsrail’in güvenliğini sağlamak için ABD’nin yeni hamlesi ne? Bir Kürt devleti mi kuruluyor? Afrin’e girecek miyiz? Eski AB Bakanı Egemen Bağış yazdı…

Bu aralar bize en çok bu sorular soruluyor:
ABD ne yapmaya çalışıyor ? Sınırımızda YPG bir ordu mu kurdu?
İsrail’in güvenliğini sağlamak için ABD’nin yeni hamlesi ne?
Bir Kürt devleti mi kuruluyor?
Afrin’e girecek miyiz? vs

Bütün bu yaşananları gelin başa saralım ve bugünkü durumun bir fotoğrafını çekelim. Suriye 911 km ile bizim en uzun sınıra sahip olduğumuz komşumuz. Gaziantep, Hatay, Kilis, Mardin ve Şanlıurfa bu hattaki şehirlerimiz. Suriye de Osmanlı bekası topraklardan olduğu için aradaki sınıra rağmen iki tarafta aynı ailelerden akrabalar mevcut ve yıllardır karşılıklı gidiş gelişler sürekli gerçekleşmektedir.

Daha önceki devlet başkanı Hafız Esad batıyla ilişkilerinde temkinli, Sovyetler Birliği ve dağıldıktan sonra da Rusya ile ilişkilerini yakın tutmuş, bize karşı ise dostane bir tavır takınmamış bir liderdi. Hatay’ın topraklarımıza katıldığı tarihten beri Suriye ile ilişkilerimiz pek de iyi denemez. 1990’lı yıllarda özellikle PKK ile mücadelede bize destek olmadıkları gibi terörist başı Öcalan’ın sık sık Suriye’de konakladığı bilinmekteydi. 1998 yılına gelindiğinde Türkiye’nin ısrarlı takipleri, sınıra asker yığmamız ve başta dönemin Mısır devlet Başkanı Mübarek olmak üzere uluslararası baskı kurulmasıyla Suriye terörist başını sınır dışı eder.

Hafız Esad sonrası dönemde oğlu İngiltere’den tıp eğitimli Beşar Esad yeni devlet başkanıydı artık ve iki ülke ilişkileri AK Parti iktidarıyla da beraber gelişme gösterdi. Özellikle komşularımızla sıfır sorun politikamız çerçevesinde bölgemizde ticaret ve barış iklimi desteklenmekteydi. Suriye’de muhalefet baskı altındaydı, demokrasi çok işlemiyordu ve ülkede azınlık bir grup çoğunluğa ordu hakimiyeti sayesinde tahakküm kurmuştu. Fakat baba Esad sonrasında halkta da bölgede de demokratik reformların oğul Esad döneminde gerçekleşeceği beklentisi oluşmuştu. Demokratikleşmeyi ve reformları teşvik ettiğimiz süreçte Esad’ı İstinye Parkın açılışına çağırdığımız gibi onun Halep Stadyumu açılış davetine Fenerbahçe futbol takımımızla birlikte icabet etmiştik.

Türkiye ile gelişen ilişkiler ve benzeri bir iki siyasi hamle ile belki bu beklenti ilerledi ama bölgede dengeleri bir anda değiştiren bir Arap Baharı dalgası korkunç bir yıkımla Suriye’ye kadar geldi. Yavaş yavaş gerçekleşeceği beklenen reformlar artık bir an önce isteniyordu. Suriye yönetimini uyarmak isteyen Türkiye girişimlere başladı ve reformlara öncelik vermesinin önemini Esad’a iletti. Aslında Arap ülkeleri arasında demokrasiye en yakın ülke Suriye idi. Kendisi birçok komutanı gibi Nusayri, eşi ise halkının çoğu gibi Sünni olan Beşar Esad ülkesinde o dönem sevilen popüler bir liderdi. Şam ve Halep sokaklarında halk içine karışabildiğine şahit olduğumuz Esad olası bir seçimde de kazanacağına kesin gözüyle bakılan biriydi.

Ancak Arap baharının ürküttüğü başta annesi ve babadan kalan ekibi Esad’ın gözünü korkutmuştu. Reform yapacağına katliamlar yapmaya başladı. Kendi şehirlerini bombalatmaya, sivil halkı taratmaya başladı.

Suriye’ye sık sık gitmeyi övünç kaynağı sayan dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı reform taleplerinin dikkate alınması ve tansiyonun düşürülmesi mesajını iletmesi için Sayın Erdoğan tarafından görevlendirildi. Maalesef Beşar Esad ile saatler süren görüşmesinin ardından masadan iyice ayrışmış iki ülke olarak kalktığımızı katliamlar azınca fark ettik.

Sonrasında ise iç karışıklıklar çok daha arttı. Günden güne iki ülkenin arası açıldı. Esad halkına acımasızca zulmederken ve Türkiye doğal olarak günahsız Suriye halkının yanında saf aldı. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) kuruldu ve başta Batı’nın da desteğini alarak birçok ülke tarafından da desteklendi. Sonradan bazılarının bu desteği de geri çektiklerini gördük.

Bu süreçte sınırda uçağımız düşürüldü, bizim sınırımızda sonradan FETÖ’cü subayların parmağının olduğu ortaya çıkan Rus uçağının düşürülmesi süreçleri ve alt üst olan ilişkiler ile derken bugünlere geldik. Türkiye, Suriye ve Rusya dışında bölgede başta ABD ve İran bir çok aktör de önemli hamleler yaptı.

Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın Suriye uzantısı PYD isimli örgüt kendini göstermeye başladı. Ne zaman ve nasıl türediği belli olmayan bugünkü adıyla DEAŞ denen İslam’ın adını kirletmek için var olduğu anlaşılan bir kanlı örgüt Müslümanları keserek bölgede birçok bölgeyi de işgal etti. Irak ve Suriye’de etkin bu örgütle mücadele adı altında aslında bir çok devlet ve örgüt kendisine hareket kabiliyeti sağladı.

ABD, DEAŞ ile mücadeleyi bahane ederek Suriye’nin kuzeyinde PYD’yi desteklemeye başladı. Türkiye’nin bunu farkettiği ilk andan itibaren yaptığı girişimlere oyalayıcı cevaplar verildi. NATO’nun en güçlü ikinci ordusuna sahip müttefikine ABD’nin verdiği bu cevaplar tabi ki yarım yüzyılı geçen müttefiklik işbirliğimize yakışmayan türdendi. Devamında silah ve teçhizat yardımı artarak devam etti.

Suriye’deki diğer gelişmeleri anlatmaya yerimiz yetmez ama Afrin’e askeri harekatın konuşulduğu bu günlere bağlanan süreç genel itibariyle bu. Askeri harekat zaten bölgede Rusya ve ABD ile karşı karşıya gelmeden halledilecek şekilde kurmaylarımızca da değerlendiriliyor. Ne kadar silahlandırılırsa silahlandırılsın bir terör örgütü Türk Ordusunun önünde duramaz.

Şu an Türkiye diplomatik yolları zorluyor ama askeri harekat kartı da doğal olarak masada. En son Dışişleri Bakanımız Sayın Çavuşoğlu, ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson ile görüştü ve Tillerson görüşme sonrası “Tüm terör örgütleriyle mücadele etmek için Türkiye ile birlikte hareket edeceğiz” diyerek diplomatik dille vidaları oldukça gevşemiş köprüleri sağlamlaştırmaya çalıştı. Maalesef bölgede pratikte yapılan hamleler hala bu söylemlerle paralel değil.

Sayın Cumhurbaşkanımız geçtiğimiz gün NATO Genel Sekreteri Stoltenberg ile görüştü ve ülkemizin güneyinde bir terör gücünün oluşturulamayacağını çok net bir dille kayda geçirdi. Görüşme sonrası Stoltenberg, Sayın Cumhurbaşkanımıza Suriye’nin kuzeyinde sözü edilen türden bir güç oluşturulması hususunda kendilerine danışılmadığını beyan etti. Dahası Türkiye’nin NATO’nun önemli bir ülkesi olduğunu belirterek, ABD’li yetkililere her düzeyde bunları anlatmaya devam edeceğini ilettiğini söyledi. Sürecin devamını da takip edecekler için NATO’ya danışılmadığını söylemesini önemli bir ayrıntı olarak not edelim.

Suriye’nin kuzeyinde bir silahlı güç kurulmaya çalışılıyor ve bu güç DEAŞ ile mücadele için kuruluyor gibi lanse ediliyor. Aslında PKK-PYD denen bir terör örgütünün başka bir terör örgütüne karşı kullanılması bir devletin başvurmaması gereken bir hamle. Hele ki dünyaya demokrasi ve hukukun üstünlüğünü yaymaya çalışan bir ülke iseniz. Suriye’de ÖSO desteklense gücünü yitirmiş DEAŞ bölgeden iyice traşlanır. Zaten bir etkisi de kalmadı diyebiliriz.

İsrail’in yerelde güvenliğini sağlamak bahanesiyle Barzani’ye gaz verip referandum yaptırtan akıl, nasıl onu sonra ortada bırakıp istifaya zorladıysa şüphesiz kendini ordu sanan bu çapulcu güç de, eninde sonunda tozlu tarih raflarında Bin Ladin ve Saddam Hüseyin’in yanında yer bulacaktır.

Egemen BAĞIŞ
TC Devlet ve AB Eski Bakanı 
İstanbul Aydın Üniversiresi Batı Araştırmalar Merkezi Başkanı

Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir